29 Mayıs 2012 Salı

İngiltere notlari gun #6 14 Kasım 2011


            Bugün yine klasik kahvaltıdan sonra düştüm yollara. Hafta sonu yapılan tadilat olayı sonlandı ve Osterley İstasyonundan bindim metroya. Durağım yine South Kensignton. Dün gezemediğim Goethe Instutude ve Science Museum’u gezmek istiyorum. Goethe Instutude tadilat nedeni ile kapalı durumda. Ne yazıkki onu dışardan da olsa göremiyorum. Science museum’un ise dış tarafı tadilat nedeni ile branda ile kapatılmış durumda. Ama içeri girip gezilebiliyor. En baştan söyleyebilirim ki; müze ve bilim nasıl sevdirilir sorusunu cevabı burada. İçeride bir sürü öğrenci grubu var. Öğretmenleri eşliğinde geziyorlar. Bende dolaşmaya başlıyorum. Eski otomobiller, gemi maketleri, uçaklar. Bilgisayarın tarihi, iletişimin tarihi gelişimi gibi birçok bölüm var. En çok hoşuma giden şeylerden birisi hediye dükkanında su satılıyor. Özel bir ambalaj yapmışlar üzerinde H2O yazıyor.
            Öğrencilerin vakit geçireceği oyun parkı gibi bir bölüm var. Resmen deney ortamı sunmuşlar. Öğrenciler hem oynuyorlar hem de bu parkta öğreniyorlar. Bizim sınav sorularında gördüğümüz makara sistemi ile kuvvet konusu çok güzel anlatılmış. Eski medikal cihazlar ilgimi çekiyor. Bilimin nereden gelip hangi noktaya vardığını düşününce yüzümde bir gülümseme oluşuyor. Yaklaşık olarak 2 saat harcadım bu müzede. Sonrasında rotam Hyde Park. İçerisinde yürüyorum. Gezenler ve spor yapanlar var. Hava bugün biraz kapalı ve soğuk. Hyde partan çıkınca Marble Arch geliyor karşıma. Fotoğraf çekiyorum. Sonra Oxford st. Girişindeki KFC de birşeyler yiyorum. Bizdeki lezzetin aynısı. Bir farklılık yok. Çünkü tavuk sonuçta J. Burada metroya binip Covent Garden’a gidiyorum ve kendime bir telefon alıyorum. Sonra gezmeye devam. Chine Town, Regent St, Oxford St. Soho gezi mekanlarım arasında. Bizim regent ve oxfford st. bizim bağdat caddesi modunda lüks alışveriş mekanları. Yaklaşan yeni yıl dolayısıyla heryer ışıklandırılmış ve süslenmiş. Güzel görüntüler var. Dururmuyum hemen fotoğraflıyorum sağı solu. Çok fazla detay yazmadım. Bana pek hitap etmeyen genellikle bayanların ilgisini çeken alışveriş mekanları dolu buralar. Özellikle Primark diye bir alışveriş yeri var. İçerisi tıklım tıkış. Bende 1-2 hediyelik eşya alıyorum Rotam piccadilly circusta sonlanıyor. Ve gezi olayım bugünlükte bitiyor.

İngiltere notlari gun #5 13 Kasım 2011


           Bugün en fazla merak ettiğim mekanlardan ikisine gideceğim. Birincisi Camden town, ikincisi ise Tower bridge. Toplu taşım araçlarını fazlaca kullanacağım için bugün 7 pound verip gün boyu istediğim kadar binmeme imkan verecek kart alıyorum kendime. Otobüs sonrasında 2 kez aktarma yaparak varıyorum camden town yakınındaki istasyona. Ama bu metro aktarmalarının fazla olmasının sebebi yine tadilatlar dolayısı ile bazı istasyonların kapalı durumda olması. Neyse, metrodan inince başlıyorum yürümeye ve camden town hemen kendini belli ediyor farklılığı ile. Bu bölgede diğer yerlere göre turistler çokça Fransız ve İtalyan. Diğer milletlerden insanların pek ilgisini çekmiyor heralde. Burası bizim Ortaköy gibi takı vs satanların olduğu bir yer. Ayrıca bir kanal ve kanal üzerinden ulaşımın sağlandığı deniz araçları var. The camden market dedikleri yere gidiyorum hediyelik eşya standları var. Aralıkları çok dar. Ankaranın eski Maltepe pazarını anımsattı bana. Çıkıyorum burdan ve çok renkli bina ve alışveriş yerleri eşliğinde yürüyerek dolaşıyorum.
Camden lock önünde 1-2 hatıra fotoğrafı çekiyorum. Hediye alıyorum bende 2 adet şal. Sonra dolaşıyorum ve kendime yiyecek bir şeyler bakınıyorum. Çokça Çin ve Meksika yemekleri yapan yerler mevcut. Büfe tarzı yerlerden alıp ya ayakta yiyorsun ya da kanal kenarında motorsiklet görünümlü oturaklar üzerinde. Bende kendime Meksika yemeği olan Chicken Fajitas aldım. Geçtim motorun üzerine başladım yemeğe. Doyurucu ve lezzetli. Dürüm içinde soğan ve tavuk sotesini bol baharatlı ve soslu sunuyorlar. Yanına biraz pirinç pilavı (salçalı gibi, kırmızı renkte) ve bildiğin nohut koyuyorlar. Önce yer bulmakta zorlanıyorum ama sonra oturunca afiyetle yiyorum. Güzeldi ohh J
            Biraz daha gezdikten sonra metro durağına doğru yürüyorum. Yol üzerinde JD Sport mağazası denk geliyor. Planımda gezmek istediğim yerlerden biri olduğu için giriyorum içeri. Genelde fiyatlar TR ile aynı yada daha pahalı. Kendime şapka alıyorum. Spor ayakkabıları genelde 30 pound dan başlıyor. Çıkıyorum ve metro durağına gidiyorum. Geldiğim durak kapalı. Görevli bir sonrakine yürümemi söylüyor. Bende yürüyorum.
            Bu günkü planımda National History museum ile birlikte Goethe Instutude ve Science Museum var. South Kensignton durağında inip National History museum dan başlıyorum gezmeye. Öyle kısa sürede gezilecek gibi değil. Çok güzel bir müze. İlk girişte dev bir dinazor iskeleti karşılıyor beni. Sonra galiba dünyanın en büyük kaplumbağa fosili. Bir güzel dolaşıyorum. Binanın iç tasarımı çok hoşuma gitti. Dolaşırken Darwin Center bölümüne giriyorum burada Attenborough Studio diye bir bölüm var. Kim 500.000 ister yarışmasının stüdyosuna benzeyen bir ortam. Sinema gibi seansları var katıldım. Oturunca hemen yanda bir monitör var onu alıp etkileşimli bir deneyim yaşıyorsunuz. Burada ekrandan komut veriliyor. Komutlara uyunca resmimi çekti. Sonra ismimi yazdım. Mesela görüntülerde grafikler vs vardı. İnsan olan yerlerde benim resmim yer aldı. Monitörün her iki tarafında kamera var. Bazen üç boyutlu olarak yaratıklar sahnede belirdi. Monitör yardımı ile bu görüntüleri izleyebildim. Çok güzel düşünülmüş ve tasarlanmış bir ortam. Anlatılan şey ise insanın maymundan türediği idi. Keşke bizde doğru bildiğimiz ve genç nesillere aktarmak istediğimiz şeyler için bu kadar güzel ortamlar tasarlasak.
            Yazdıklarımdan anlaşılacağı üzere National History museum baya bir vaktimi aldı. Instutude ve Science Museum’u sonraki güne bırakıp metro ile tower bridge’e doğru yol aldım. Akşam karanlığında burayı görmek nasip oldu. Böylesi daha iyiymiş. Gerçekten güzel bir görünümü ve ışıklandırmaya sahip. Geç vakitte bile bir sürü ziyaretçi dolaşıyor. İki gidiş iki geliş olmak üzere araç trafiğine açık. Ayrıca her iki yanda 3 metre kadar genişliğinde yaya yolu var. Yürüyerek karşı yakaya geçtim. Biraz resim çektikten sonra geri geldim.
            Bu gün az yer gördüm. Ama bu yerlere fazla vakit harcamak gerekti. Üç mekanda çok güzel ve görmeden gelinmemeli.

İngiltere notlari gun #4 12 Kasım 2011



Yine güne kahvaltı ile başladım. Metroya doğru yürüdüm. Osterley istasyonuna geldiğimde beni pekte hoş olmayan bir sürpriz bekliyordu. Günlerden cumartesi, istasyona geldiğimde baktım geçiş kapalı. Görevliye sordum ve haftasonu hattın kapalı olacağını söyledi. Bu süre zarfında ulaşım ealing common istasyonuna kadar rail replacement dedikleri otobüsler ile sağlanacak. Piccadilly line diye adlandırılan benim kullandığım hat acton town isimli istasyonda çatallanıyor. Bir hat heatrow havaalanına gidiyor ki ben bu hattı kullanıyorum. Diğeri ise uxbridge istasyonuna kadar gidiyor. Şimdi benim olduğum hat kapalı. Acton town istasyonundan 1 durak sonra olan ealing common dan sonrası otobüsle olacak. Aktarmayı sağlayacak otobüs geldi bindik. Başladı yol almaya. Nerdeyse yarım saat sürdü common ealing e ulaşmamız. Onun üzerinde yarım saat daha yolculuk ile bugünkü programımın bağlangıcı olan piccadilly circus a vardım. Burası filmlerde ve resimlerde çokça görülen bir yer. Özellikle meydana bakan bir binadaki tdk ve sanyo reklamının olduğu yer resimlerde görünür hep. Şimdi sanırım sanyo anlaşma yapmadığı için yok. Tdk ve Hyundai reklamı dönüp duruyor. Bu arada Hyundai reklamı ile birçok yerde karşılaştım. Gazetelerde kesin oluyor.
Meydanda biraz oturup bakındıktan sonra başladım yürümeye. Rotam royal house of academy  sonra green parkın köşesinden dönüp yine buckingam palace. Burada tekrar durup Victoria memorial ve sarayı izliyorum. Keyifli geliyor bana burada olmak, öylece ortamı ve insanları izlemek. Bisiklet turu yapan bir grupla karşılaşıyorum. Rehber eşliğinde bisikletlerle tura katılıyorsunuz. Belli başlı yerlerde duruyorsunuz ve rehber başlıyor anlatmaya. Yola devam ediyorum ve pall mall isimli caddeye doğru dönüyorum. Burada St James's Palace ve güzel tarihi binalar var. Genelllikle binalar yüksek. Çok katlı değil kesinlikle ama yüksek ihtişamlı yapılmış. İngiltere için hayatını kaybeden askerler için yapılan etkinliklerden bahsetmiştim. Burada yürürken geçit törenine denk geliyorum. Bir grup asker bando eşliğinde gelip geçiyor bende resimlerini çekiyorum. Sonraki durağım st james square garden. Burada resim çektikten sonra Trafalgar square a doğru yol alıyorum.
Bu arada bir uygulamadan bahsedeceğim. Şehrin merkezi yerlerinde bisikletler var. Bu bisikletleri kiralayıp gezebiliyorsunuz. Güzel bir uygulama. İlk yarım saat ücretsiz. 1 saat 1 pound. 3 saat 15 pound diye gidiyor. Şehirde 400 noktada bu bisikletler mevcut. Alıp kullandıktan sonra bu 400 noktadan istediğiniz birine bisikleti bırakabiliyorsunuz. Kredi kartı ya da oyster kart ile ödeme yapılabiliyor. Çok güzel bir uygulama. Ben özellikler trafikten çekindiğim için kiralamadım. Çünkü yürürken bile arabanın ne taraftan geleceği konusunda tereddüt yaşıyorum sürekli. Bisiklet sürme konusunda cesaret edemedim.
 Trafalgar square güzel bir meydan. Ama ne yalan söyleyeyim resimlerde daha geniş görünüyordu. Meydanın en güzel yerinde The national gallery var. Ücretsiz olarak girip gezebiliyorsunuz. Adındanda anlaşılacağı üzere resim galerisi. Girdim ve biraz dolaştım. İçerisindeki dükkandan hediyelik magnet aldım. Meydana dönecek olursak ortasında aslan heykelleri, olimpiyatlar için geri sayım sayacı, Nelson column var. Ayrıca tüm meydanlarda olduğu gibi burada da sokak şovmenleri, çalgıcılar felan var.
Sonraki durağım covent garden. Burası hediyelik eşya vb dükkânların bulunduğu kapalı bir çarşı. Ama çevresi çok kalabalık. Çarşının içi de insan kaynıyor. Girdim kısa bir tur attım ama o kadar kalabalık ortam beni sıktı ve attım kendimi dışarı tekrar. Bunun öncesinde gelirken yolum üzerinde royal opera house varki inanılmaz güzellikte. Burada bir opera izlemeyi çok isterdim. Ne yazıkki hem planlamadığım için hem de fiyatların gerçekten yüksek olması bunda etken.
Yürümeye devam ve şimdi gezeceğim yer British musem. İhtişamlı ve çok güzel bir müze. Çağlara göre sınıflandırma yapmışlar. Antik Türkiye diye bir bölüm var. Bizim memleketin eserleri burada sergileniyor. Zannetmiyorum ki izin alınarak getirilmiş olsunlar buraya. Üzücü. Bu bölümün varlığından haberdar idim. Ama beklediğim kadar çok fazla eser yok. Bu beni için bir nebze de olsa memnun etti. Çünkü daha fazla olmasından korkuyordum eser sayısının.
            Hava karardı ve ben serbest dolaşıyorum sonra karnımı doyurduktan sonra otele doğru yol alıyorum. Otobüs aktarması da yapacağım için ulaşım biraz fazla zaman alıyor. Eklemeden geçemeyeceğim. Bu ek otobüs aktarmaları için duraklarda mavi ceket giymiş görevliler var. sürekli bilgilendirme sağlıyorlar ve yardım ediyorlar. Gerçekten güzel bir uygulama. Yabancı olmama rağmen bu sayede hiç sıkıntı çekmedim.
Bu günlük yazacağım şeyler bu kadar. Yine yorulmuş ama mutlu bir halde uykuya dalıyorum.

2 Ocak 2012 Pazartesi

İngiltere notları 3.gun # 11 kasım 2011




Güne kahvaltı yaparak başladım. Bu otelde çok şükür peynir var. Klasik kahvaltı menüm diğer günlerde de: kaşar, bal, tereyağı, iki dilim kızarmış ekmek ve bazen de yumurta ve yoğurt menüye girdi. Kahvaltı esnasında gayet lezzetli olan iki bardak portakal suyu sonrasında ise çay ve kahve. Güzelce karnımı doyurmaya yetiyordu bu menü ve başlıyordum sırtımla çantamla gezmeye.

Çıktım 20 dk’lık yolu yürüyüp Osterley istasyonuna gitmek yerinde yine yakın olan Hounslow East istasyonuna yürüdüm. Baktım aşağı yukarı aynı. Pek değişen bir durum olmadığı için sonraki günlerde tekrar osterley istasyonu üzerinden gidip geldim. Yaklaşık olarak dakikalık yolculuk sonrasında yine Hyde park corner de indim. Burdan başladım yürümeye. 

İlk durak Wellington Arch. Bu arada resmi tören vardı. Ne olduğunu sonradan öğrendim. İngiltere için hayatını kaybeden İngilizler için bu hafta sürekli etkinlikler oldu. Bu olayı irdelemek gerekirse biz neden bu kadar detaylı ve güzel etkinliklerle şehitlerimizi anmıyoruz? Ki bizim şehitlerimiz vatanını korurken hayatlarını kaybettiler. İngiliz askerleri ise genellikle başka ülke topraklarında! Neyse ayrı ve derin  bir konu. Planıma göre Hyde Parka hiç girmeden Constitution hill paralelinde park içerisinden Buckingham Palace’a doğru yol alıyorum. Son baharda görüntü çok güzel. Bir sürü  koca yaprak yerde ve renk tonlaması harika. Bugün kendime geldim ve konferans stresi olmadan dolaşmaya başladım. "İnanamıyorum şuan Londra’dayım ve geziyorum” duygusu ve aptalca bir sırıtma var suratımda.

Buckingham Palace’a gelince görüntü ayrı güzel. Özellikle altın kaplama gibi görünen park kapısı ve ortadaki The Victoria Memorial hari bir görünüm arzediyorlar. Buraya gelince ciddi bir kalabalık olduğunu gördüm. Merkezi ve popüler bir yer olmasına bağladım. Fakat sonrasında olay netleşti ve bende hatırladım. Öğlen 12 ye doğru muhafızların nöbet değişimi oluyor. Yıllardır süregelen bir ritüel olduğu için olsa gerek turistler tarafından çok fazla rağbet görüyor. Neyse bende uydum güruha. Bu arada iki kız kendi arasında konuşurlarken baktım Türkçe. Şöyle bir suratlarına dönüp baktım. Sanırım Türk olduğumu anlamadılar ve öylece aptal aptal bakıp gittiler. Benimde içimden onlarla konuşmak gelmedi.

The Guards Museum önünde devam eden değişim ritüelini biraz daha izledikten sonra Saint James Park’a girdim. Tek kelime ile harika. Sincaplar, pelikanlar ve farklı türden kuşların olduğu bir park. Hatta elinize fıstık alıp yere eğilirseniz hemen bir sincap geliyor ve fıstığı alıp gidiyor. Fotoğraf çekmek için bir sürü malzeme var burda. Öyle dolaşarak devam ettim ve göl kenarında oturdum biraz manzarayı seyrettim. Sonraki durak Horse Guards Parade. Buranın içerisinden geçerek yönümü rotamı Big Ben’e çevirdim. Birden yol üzerinde bir sürü polis aracı belirdi. Sonra yürüdükçe bir sürü köğek havlaması duydum. Devam edince protestocuların olduğunu gördüm. 1-2 fotoğraf çekip yola devam ettim.

Ve sonunda Londra’nın en sevdiğim yeri. Big Ben. Sebebi yok ama çok sevimli ve güzel geliyor. Aslında Westminster Abbey mi yoksa Big Ben mi tam olarak karar verebilmiş değilim. Fotoğraf çekimi sonra birisinde beni çekmesini istedikten sonra hemen yakındaki Westminster Abbey’e vardım. Charles, Diana’nın ölümümden sonra yeni hatun ile burda evlendi. Çok güzel bir yapı. Hatta muhteşem. Hemen yanındaki kiliseye girdim. Kilise korosu prova yapıyordu ve birazda onları dinledikten sonra rastgele 1-2 sokağa girdim ve sonrasında The Victoria Tower Garden’da nehir kenarını izledim. Oturdum biraz. Nehir çamur gibi akıyor. Bildiğim kadarı ile rengide hiç değişmiyormuş. Sonrasında tekrar Big Ben yanından geçerek köprüyü aştım. Bu arada köprü üzerinde yine Türklerle karşılaştım. Bu sefer onlardan benim resmimi çekmelerini rica ettim. Onlar beni ben onları çektikten sonra yola devam. Geldim london Eye olan yere. London County Hall’ın hemen yanında. Buralardada biraz dolaşıtıktan sonra yorulduğumu farkettim.

Köprüden Big ben’inde olduğu tarafa fakat Embankment metro istastonunun olduğu kıyıya geri döndüm. Burda Lebara hat ve kontör ve hat satan bir dükkan buldum. Kartı için 3 kontor için ise 5 pound ödedikten sonra hemen açılan hat ile Ailemi aradım ve iyi olduğumu haber verdim. Acıkmışken birde ne göreyim Mc Donalds. Normalde yemek için kullandığım bir yer değil. Ama burda bana öyle güzel göründü anlatamam. En azından bildik bişeyler yiyeceğim. Chicken burger dedim ama ya yanlışlıkla ağzımdan cheese burger çıktı yada kasiyer öyle anladı. Birde kola aldım. cheese burgeri yemeye başladım. tadı biraz farklı geldi. Ne yalan söyleyeyim domuz eti olabilir içinde. Ama öyle acıkmışım ki. Bir anda yok oldu ağzımda. Sonra tekrar gidip chicken burger aldım. Onuda yedikten sonra karnımın bir güzel doyduğunu hissettim. Bu 3.gün ve bu duyguyu ingiltere’de ilk kez taddım J
Sonrasında rastgele sokaklarda yürüdüm. En sonunda bir metro istasyonu buldum ve otele döndüm. Döndüğümde nasıl yorgun olduğumu anlatamam. Küvet artı bira keyfi ve güzel bir uyku bu güzel günün muhteşem son noktası oldu.

İngiltere notları 2. gun # 10 kasım 2011

Guzel bir uykudan sonra sabah uyandim ve kahvalti olayina gectim. Acikcasi bizim damak tadimiza pekde hitap etmeyen bir tarzlari var.  Mesela kahvaltida kuru fasulye yiyorlar, ve adıda şekerli fasülte. Denedim. Bizimkinden farklı olarak, fasulyeler kucuk ve adındanda anlaşılacağı üzre tatlı. Geri kalan kısımları aynı J. Yanina pilava benzeyen bir şey vardı onu da denedim. Yag orani azaltilmis kaymak gibi birsey cikti.  Bu kaldigim otelde peynire rastlamadım. Aldim 2 tane yumurta ve ekmek yag bal. Yaptim kahvaltimi. Sonra ciktim disari soyle guzel fotograflar cekeyim diye. İngilterenin guneyinde guzel bir sehir brighton. Yazin kumsali vs cok kalabalik oluyormus. Simdi kimseler yok. Brighton Pier (Pier Palace) var onun resmini cektim uzaktan. Nette çokça bu yerin resmi var. Yapımına 1891 yılında başlanmış ve 1899 senesinde açılmış. Detay merak ediyorsanız wikipedia baya bişey anlatıyor. Dondum geri otele cikis yapmak icin. Nede olsa sunum yapacagim bugun. 

Dikkatimi çeken su oldu. Trafik isiklarinda dugme var. Basinca aninda araclara kirmizi yaniyor. Yaya gecitlerinde isik yoksa araclar yaya gorunce duruyorlar. Cok guzel birsey. Bizdeki sistemi düşünüyorumda ben bile araç sürerken çoğu zaman bu yaya geçidi çizgilerine dikkat bile etmiyordum.

Otellden cikisi yaptim, sordum nasil gidecegimi. 23 nolu otobus dediler. Tren biletini alirken 2 Pound daha vererek otobus biletide (Plus day) almistim. Bu biletle gun icinde istedigin kadar binebiliyorsun. Otobuste baktim birileri konusuyor ellerinde de ecel2011 yazan dokumanlar var. Dogru otobus. Baktim o insanlar nerde iniyorsa bende oylece iniverdim. Suruyu takip. Sora isminin Peter oldugunu ogrendigim amca sordu sempozyuma mi diye. Evt dedim. Takil bana. Peterle biraz muabbet sora kayit vs derken buldum kendimi kafeteryada. Oturdum basladim hazirliklara. Sonra acilis konusmasi vs. Guzeldi. 10:30 gibi gectik sunumun olacagi salona. Benden once 3 kisi sunacak. Oturum baskani sordu ismin nasil telafuz ediliyor. Soyledim. Bi turlu beceremedi. Serdar derken ilk r yi soyluyorlar ikincisini beceremiyorlar. Soyadimdaki tr karakterler yazılı olmamasina ragmen telaffuzu onlar icin iskence. Benden oncekiler native speaker olunca aldi beni bir stres. Neyse iyi kotu yaptik. İnsanlarda anlayisli yabancilara karsi. Yadsimiyorlar. 

Gectik yemek olayina. Ben zannediyorum adam akilli yiyeceğiz. Bedavaya (sempozyum katilimi icin verdigim yuklu miktari saymazsak) yemek ohh. Nerdeee. Bildigin sandvich, meyve ve meyve suyu cay kahve. Yedik artik oyle. Pinti herifler o kadar para aldınız. Neyse.

Yemek esnasında bir İngiliz ve bir İrlandalı ile muabbet ettik. Ne yazıkki isimlerini hatırlamıyorum. Bu arada sempozyumda hiç Türk yok diye biliyordum benden başka. Listeye bakmıştım. Aklıma KKTC olarak bakmak gelmemişti. Sonrasında listede Nazime isminde birinin olduğunu farkettim. Yemek sonrası çay alırken karşıllaştık. Annesi ile birlikte gelmişler. Biraz onlarla sohbet ettikten sonra diğer sunumları izledim.

Akşam 17.30 gibi günün tüm sunumları tamamlandı ve otobüsle şehir merkezine geldim.   Burada su ve bisküvi alarak treni beklemeye koyuldum. Tren 19.19’da vakit geldi ve trene bindim. Başladık yol almaya. Gelirken diğer trenlerde olan sorun nedeni ile tıklım tıkış olan tren şimdi çok tenha. En sevdiğim yolculuk şekli olan iki koltuğa yayılarak geldim. Ne aldığım sudan içmek geldi nede bisküviden yemek içimden. Victoria rail stationda indim trenden ve başladım Hyde park corner istasyonuna doğru yürümeye. Metroya bindim, yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuktan sonra 20 dk yürümem gerekti otele varmak için. Doğru söylemek gerekirse bu yürüme işinde biraz tedirgin oldum. Otel beklediğimden daha uzak çıktı metro istasyonuna. Ve yol o saatlerde ıssız olunca garip hissettim. Ama sonrasında baktım tek tük insanlar var ve sorunsuz bir bölge. Genelde netteki resimlerde felan otelin detaylar ve konumu çok net olarak verilmiyor. Yada çekilen fotoğraf açısı nedeni ile çok güzel görünen otel aslında birer facia olabiliyor. Neyseki düşündüğüm gibi çıkmadı. Otele giriş yapıp odama geçtim. Tek kişilik oda. Küvet var. On üzerinden not verecek olursa 5 ile 6 arasında. Ben burda 5 gün kalırım. Gerçi duvarları ve kapısı biraz ince ve gürültüyü alıyor içeri. Arada sırada geçen uçak sesi duyuluyor ama rahatsız etmiyor. Öyle çok yorulmuşum ve sonraki günlerde de yine çok yorulacağım için bu seslerin hiçbiri uyuduktan sonra duymadım J

Böylelikle ikinci günümde tamamladım. Yârin artık gezmeye başlıyorum Londra’yı. 

İngiltere notları 1. gün # 9 kasım 2011


Yolculuk bizimkilerin beni esenboga havalimanina birakmalari ile basladi. Bu bircok konuda benim icin ilkler anlamina geldiyor. Pasaportumu ilk kullanisim,  ilk yurt disi deneyimi vs. Bide daha once toto korkusu ile binmedigim ucaga 4 kere binmem gerekiyor. Nerde kalmistik esenboga diyordum. Bana kucuk geldi ilk etapta, heralde gozumde cok buyutmusum diyecegim ama heatrow u gordukten sonra gercekten kucuk. Ataturk hl esenbogaya gore buyuk. 






Bileti thy internet subesi araciligi aldim. Son 24 saat icerisinde check-in icin izin verdiler ve internetten yapiverdim. Sirtimda canta bide el cantam olunca bagaj vermemde gerekmedi. Bunlar buyuk kolaylik. Kemeri ve metal esyalari cikarinca dedektorden otmeden geciyorsunuz. Hatta guvenlikler yuru kocum diye tezahurat yapiyor (tabiki yok boyle bisey). Gectim iceri ucagin oldugu perona karsi oturdum.

Check-in de koltugu cam kenari sectim gittim oturdum. Off kanadi gorebiliyorum. Ama yer secimi iyimi degilmi bilemiyorum.hadi hayirlisi. Ucak kalkti sorunsuz, ankarayi havadan izledim. Agzimin suyu akti, dibim dustu. Dedim karayolu bitmistir benim icin. 

10 da kalkti ucak daha verilen sandivic bitmeden kaptan dedi iniyom ben. 10:48 gibi indik. Yurt disi aktarma oldugu icin  yururken guvenligin biri dedi londraya devam edecekler gelsin buraya. Bakti pasportlara, bi numara yapistirdi uzerine sonra gidin dis hatlara dedi. Oraya gidince aktarma oldugu icin direkt posaport kontrolune gectik. Polis 1-2 soru sordu. Ne kadar kalacan vs. Dedim 1 hafta. Iyide 6 ay vize vermisler ne ayak dedi. bi zarf atti sanki anlayamadim. Asgari 6aylik veriyorlardi dedim, hadi neyse der gibilerinden bakti ve basti muhru yuru dedi. Yurudu ya kul free shot a dogru. Aldim 1 karton sigara. Ickide alacaktim son anda aklima geldi,  100 ml den fazla sivi tasimak yasak. Gerçi alınabiliyormuş. 

Neyse 2saat var daha derken baktim anons ediyorlar gidin kapiya diye. Of bi sira var anlatamam. Son pasaport kontrol bilet kontrol derken girdim iceri ucak superr. Ankaradan geldigim ucak bildigin minubus bunun yaninda.  Neyse bi ingiliz teyze geldi bagirip duruyor basimda. Megersem 28 yerine 29 noya yerlesmisim. Sorry diyip gectim yerime, yanima bi Turk oturdu bildigin artist. Bizimki takti kulakligi kesti olmayan irtibati. Insan bi iyi yolculuklar der. Bak ingilterede adamlar surekli ozur diliyor, her gordugune gunaydin diyor vsvs. Bizimki oraya gidince insanligi tr de birakmis, yazik.

Ucus basladi ama kalkis icin siranin gelmesi 20dk surdu. Neyse yukseklik 8000 m ustu hiz desen 800-900 gidiyor cagdas alet. Bi menu verdiler yemek icin tavuk sis yada karniyarik somon tatli vs diye. Sadece karniyarik mi yoksa tavukmu onu seciyorsun. Bi tavuk sis geldi super. Icecek desen jb, raki votka bira ne istersen var. O kadar icki icerisinden efes (33 cl)  birayi secmem garip ama guzel gitti ne yalan soyleyeyim. Uzerine kahve vs mis oldu. 

Geldik londraya. Tepeden goruyorum.O kadar yagmur yagarsa olacagi bu her taraf yemyesil. Indik ucaktan yuru babam yuru. Neyse yaziyor ab uyeleri suradan gerisi suradadan diye. Girdik siraya bildigin  500 kisi var onumde. Uk Border yaziyor. Gecmem 1 saattn fazla surdu. Tabi ab ciler guzel guzel gecmi gitmis bile. Sari kafa bir gorevli ingiliz amca olanca guleryuzlu hali ile ne zaman ayrilacan dedi cevapladim. O da yuru kocun demesin mi?( hehe)
Tabelalari takip ede ede piccadilly line metrosunu buldum. Ticket yazan yere geldim. 20 p verdik 5 p depozito dedi gorevli. Karti geri verince parani geri verecem soz dedi. Inandik. Git babam git 1 saat surdu Hyde park corner a gelmek. metrodan cikinca aldim parki soluma yurumeye basladim. Google map ta gormustum boyle gidersem victoria railway stationu bulurum dedim. Buldum da.  Gerci emin olamadim bi an tirstim ama sorun yok. 

Sorun burda basladi. Fast ticket denen makineden brighton gidis bileti ni bastiramadim. Donus biletini bas dedim basti. Gittim giseye dedim gorevliye boyle boyle. Dedi sen bunu otelin adresini vererek teslim edilmesini istemissin. Hasss. Yalvardim yakardim nuh dedi peygamber demedi yeni bileti 22 p ye satti. Icim acidi. Bindim trene full dolu. Arizami ne varmis. 1 saat 15 dk ayakta gittim. Yapacak bisi yok. Azimli Turk gencine kor mu, yorulmadan gittim. Azmettik ya.

Indik brightona google map icgudulerimle yuruyorum. Kafama gore saga sola sapiyorum. Ama bi acaba var yine kafamda. Zihin bedava buldum oteli tam tamina. Bu arada yolda bi bakkala dedim labera topup (kontor varmi). Arkadasim bi hat vermisti ona kontor yukleyecegim. Dedi bu hat eski olmaz yenisini almalisin. Dedim kac kurus.dedi 3. Ben en iyisi dusuneyim biraz dedim. Adam araplara benziyor, ibrahim tatlisesi taniyormus. Dakka bir gol bir. Aklima gelmedi sormak nerelisin diye. 

Otele giris yaptim eski tarihi ama guzel bi hotel. Booking ten rezervasyon yaptim. Zannediyorum giris yapinca otomatik kesecekler kredi kartindan parayi. Yok dedi simdi ode. Tmm dedik 35 p gitti. Bu arada p ler penny deil bildigin pound. Gectim odaya.

Tek basina yolculuk yapmanin bence en kotu yani oteller. Tek kisilik odalar hem pahali digerlerine gore hemde otel binasinin en kotu yerleri bu odalar oluyor. Bu kadar olumsuz duruma hazirlanmisken odamin o kadarda kotu oldugunu soyleyemem. Bodrum katta, penceresi var ama havlandirma boslugu gibi bir yere bakiyor. Hatta oyleki sadece 2 kat yukarda olsa deniz manzarali. Gerci sabah gunes aldigini gordum. Oda aslinda 2 kisilik. Tek olarak rezervasyon yaptigim icin bana bu odayi tahsis edip 2 kartida verdiler. Ulkemizdeki otellerin aksine odayi icerden kilitleyebiliyorsunuz. Tabi bu benim isime geldi huzurla uyudum. Gerci sarhos ingiliz genclerin gec vakte kadar sesleri geldi. Enterasandir genelde hatun sesi duydum hep. Burdaki hatunlar erkeklere bore daha psikopat gorunuyor. Ve cok rahatlar. Gecenin gec vakti bisikletle, yaya ya da sarhos onlari gormek icten bile deil. Kasim sogugunda hyde parkta sort ve askili t-shirt ile kosan bi kiz gordum ve donakaldim. Hem o sogukta hemde o vakitte orda. kizilayda boyle bir kiz dusunemiyorum. 

Odama yerlestim sonra aileme ve arkadaslarima haber vermek icin ciktim  hotelin barina. Acikmisim susamisim. Tek derdim olan bir an once otele yerlersme isinide haletmisim. Gectim bara 3.25 bir bira bide cips aldim oh. Buz gibi miss. Aciktim ama menude yiyebilecek pek bisey goremedim. Yeri geldikce yeme olayini da anlatacagim. Haber verme ve bira olayi tamam olunca ciktim disari. Soyle bir dolandim. Marketi gezdim. Genellikle hazir seyler var. elmayi tane ile sandivici ise dilim olarak alip yiyorsun . Anlik isin cozulmus oluyor. Baktim saran bisey yok ciktim bi bakkal buldum ve bira aldim. Otelde carlsberg icmistim. Bu sefer baska bisey deneneyeyim dedim. Kara.... Diye ismi olan bi bira aldim. Otelde 3.25 olan bira kutuda 1.60 tan satiliyor. Attim Cantaya ictim sigarami gectim odaya. Otel klasiklerimden olan kuvet bira keyfi ve guzel bir uyku. Yarin sempozyu da sunum yapacagim O nedenle iyice dinlenmem gerekiyor.

Bu arada hava ingiltere de mevsim normallerinin uzerinde. Hatta ankaradan daha iyi. Getirdigim kazaklar terletiyor, soguk olursa giyerim diye yanima aldigim iclikler oyle duruyor hic giyilmeden.