2 Ocak 2012 Pazartesi

İngiltere notları 3.gun # 11 kasım 2011




Güne kahvaltı yaparak başladım. Bu otelde çok şükür peynir var. Klasik kahvaltı menüm diğer günlerde de: kaşar, bal, tereyağı, iki dilim kızarmış ekmek ve bazen de yumurta ve yoğurt menüye girdi. Kahvaltı esnasında gayet lezzetli olan iki bardak portakal suyu sonrasında ise çay ve kahve. Güzelce karnımı doyurmaya yetiyordu bu menü ve başlıyordum sırtımla çantamla gezmeye.

Çıktım 20 dk’lık yolu yürüyüp Osterley istasyonuna gitmek yerinde yine yakın olan Hounslow East istasyonuna yürüdüm. Baktım aşağı yukarı aynı. Pek değişen bir durum olmadığı için sonraki günlerde tekrar osterley istasyonu üzerinden gidip geldim. Yaklaşık olarak dakikalık yolculuk sonrasında yine Hyde park corner de indim. Burdan başladım yürümeye. 

İlk durak Wellington Arch. Bu arada resmi tören vardı. Ne olduğunu sonradan öğrendim. İngiltere için hayatını kaybeden İngilizler için bu hafta sürekli etkinlikler oldu. Bu olayı irdelemek gerekirse biz neden bu kadar detaylı ve güzel etkinliklerle şehitlerimizi anmıyoruz? Ki bizim şehitlerimiz vatanını korurken hayatlarını kaybettiler. İngiliz askerleri ise genellikle başka ülke topraklarında! Neyse ayrı ve derin  bir konu. Planıma göre Hyde Parka hiç girmeden Constitution hill paralelinde park içerisinden Buckingham Palace’a doğru yol alıyorum. Son baharda görüntü çok güzel. Bir sürü  koca yaprak yerde ve renk tonlaması harika. Bugün kendime geldim ve konferans stresi olmadan dolaşmaya başladım. "İnanamıyorum şuan Londra’dayım ve geziyorum” duygusu ve aptalca bir sırıtma var suratımda.

Buckingham Palace’a gelince görüntü ayrı güzel. Özellikle altın kaplama gibi görünen park kapısı ve ortadaki The Victoria Memorial hari bir görünüm arzediyorlar. Buraya gelince ciddi bir kalabalık olduğunu gördüm. Merkezi ve popüler bir yer olmasına bağladım. Fakat sonrasında olay netleşti ve bende hatırladım. Öğlen 12 ye doğru muhafızların nöbet değişimi oluyor. Yıllardır süregelen bir ritüel olduğu için olsa gerek turistler tarafından çok fazla rağbet görüyor. Neyse bende uydum güruha. Bu arada iki kız kendi arasında konuşurlarken baktım Türkçe. Şöyle bir suratlarına dönüp baktım. Sanırım Türk olduğumu anlamadılar ve öylece aptal aptal bakıp gittiler. Benimde içimden onlarla konuşmak gelmedi.

The Guards Museum önünde devam eden değişim ritüelini biraz daha izledikten sonra Saint James Park’a girdim. Tek kelime ile harika. Sincaplar, pelikanlar ve farklı türden kuşların olduğu bir park. Hatta elinize fıstık alıp yere eğilirseniz hemen bir sincap geliyor ve fıstığı alıp gidiyor. Fotoğraf çekmek için bir sürü malzeme var burda. Öyle dolaşarak devam ettim ve göl kenarında oturdum biraz manzarayı seyrettim. Sonraki durak Horse Guards Parade. Buranın içerisinden geçerek yönümü rotamı Big Ben’e çevirdim. Birden yol üzerinde bir sürü polis aracı belirdi. Sonra yürüdükçe bir sürü köğek havlaması duydum. Devam edince protestocuların olduğunu gördüm. 1-2 fotoğraf çekip yola devam ettim.

Ve sonunda Londra’nın en sevdiğim yeri. Big Ben. Sebebi yok ama çok sevimli ve güzel geliyor. Aslında Westminster Abbey mi yoksa Big Ben mi tam olarak karar verebilmiş değilim. Fotoğraf çekimi sonra birisinde beni çekmesini istedikten sonra hemen yakındaki Westminster Abbey’e vardım. Charles, Diana’nın ölümümden sonra yeni hatun ile burda evlendi. Çok güzel bir yapı. Hatta muhteşem. Hemen yanındaki kiliseye girdim. Kilise korosu prova yapıyordu ve birazda onları dinledikten sonra rastgele 1-2 sokağa girdim ve sonrasında The Victoria Tower Garden’da nehir kenarını izledim. Oturdum biraz. Nehir çamur gibi akıyor. Bildiğim kadarı ile rengide hiç değişmiyormuş. Sonrasında tekrar Big Ben yanından geçerek köprüyü aştım. Bu arada köprü üzerinde yine Türklerle karşılaştım. Bu sefer onlardan benim resmimi çekmelerini rica ettim. Onlar beni ben onları çektikten sonra yola devam. Geldim london Eye olan yere. London County Hall’ın hemen yanında. Buralardada biraz dolaşıtıktan sonra yorulduğumu farkettim.

Köprüden Big ben’inde olduğu tarafa fakat Embankment metro istastonunun olduğu kıyıya geri döndüm. Burda Lebara hat ve kontör ve hat satan bir dükkan buldum. Kartı için 3 kontor için ise 5 pound ödedikten sonra hemen açılan hat ile Ailemi aradım ve iyi olduğumu haber verdim. Acıkmışken birde ne göreyim Mc Donalds. Normalde yemek için kullandığım bir yer değil. Ama burda bana öyle güzel göründü anlatamam. En azından bildik bişeyler yiyeceğim. Chicken burger dedim ama ya yanlışlıkla ağzımdan cheese burger çıktı yada kasiyer öyle anladı. Birde kola aldım. cheese burgeri yemeye başladım. tadı biraz farklı geldi. Ne yalan söyleyeyim domuz eti olabilir içinde. Ama öyle acıkmışım ki. Bir anda yok oldu ağzımda. Sonra tekrar gidip chicken burger aldım. Onuda yedikten sonra karnımın bir güzel doyduğunu hissettim. Bu 3.gün ve bu duyguyu ingiltere’de ilk kez taddım J
Sonrasında rastgele sokaklarda yürüdüm. En sonunda bir metro istasyonu buldum ve otele döndüm. Döndüğümde nasıl yorgun olduğumu anlatamam. Küvet artı bira keyfi ve güzel bir uyku bu güzel günün muhteşem son noktası oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder