Bugün en fazla merak ettiğim
mekanlardan ikisine gideceğim. Birincisi Camden town, ikincisi ise Tower
bridge. Toplu taşım araçlarını fazlaca kullanacağım için bugün 7 pound verip
gün boyu istediğim kadar binmeme imkan verecek kart alıyorum kendime. Otobüs
sonrasında 2 kez aktarma yaparak varıyorum camden town yakınındaki istasyona.
Ama bu metro aktarmalarının fazla olmasının sebebi yine tadilatlar dolayısı ile
bazı istasyonların kapalı durumda olması. Neyse, metrodan inince başlıyorum
yürümeye ve camden town hemen kendini belli ediyor farklılığı ile. Bu bölgede
diğer yerlere göre turistler çokça Fransız ve İtalyan. Diğer milletlerden
insanların pek ilgisini çekmiyor heralde. Burası bizim Ortaköy gibi takı vs
satanların olduğu bir yer. Ayrıca bir kanal ve kanal üzerinden ulaşımın
sağlandığı deniz araçları var. The camden market dedikleri yere gidiyorum
hediyelik eşya standları var. Aralıkları çok dar. Ankaranın eski Maltepe
pazarını anımsattı bana. Çıkıyorum burdan ve çok renkli bina ve alışveriş yerleri
eşliğinde yürüyerek dolaşıyorum.
Camden lock önünde 1-2
hatıra fotoğrafı çekiyorum. Hediye alıyorum bende 2 adet şal. Sonra dolaşıyorum
ve kendime yiyecek bir şeyler bakınıyorum. Çokça Çin ve Meksika yemekleri yapan
yerler mevcut. Büfe tarzı yerlerden alıp ya ayakta yiyorsun ya da kanal
kenarında motorsiklet görünümlü oturaklar üzerinde. Bende kendime Meksika
yemeği olan Chicken Fajitas aldım. Geçtim motorun üzerine başladım yemeğe.
Doyurucu ve lezzetli. Dürüm içinde soğan ve tavuk sotesini bol baharatlı ve
soslu sunuyorlar. Yanına biraz pirinç pilavı (salçalı gibi, kırmızı renkte) ve
bildiğin nohut koyuyorlar. Önce yer bulmakta zorlanıyorum ama sonra oturunca
afiyetle yiyorum. Güzeldi ohh J
Biraz
daha gezdikten sonra metro durağına doğru yürüyorum. Yol üzerinde JD Sport
mağazası denk geliyor. Planımda gezmek istediğim yerlerden biri olduğu için
giriyorum içeri. Genelde fiyatlar TR ile aynı yada daha pahalı. Kendime şapka
alıyorum. Spor ayakkabıları genelde 30 pound dan başlıyor. Çıkıyorum ve metro
durağına gidiyorum. Geldiğim durak kapalı. Görevli bir sonrakine yürümemi
söylüyor. Bende yürüyorum.
Bu
günkü planımda National History museum ile birlikte Goethe Instutude ve Science
Museum var. South Kensignton durağında inip National History museum dan
başlıyorum gezmeye. Öyle kısa sürede gezilecek gibi değil. Çok güzel bir müze.
İlk girişte dev bir dinazor iskeleti karşılıyor beni. Sonra galiba dünyanın en
büyük kaplumbağa fosili. Bir güzel dolaşıyorum. Binanın iç tasarımı çok hoşuma
gitti. Dolaşırken Darwin Center bölümüne giriyorum burada Attenborough Studio
diye bir bölüm var. Kim 500.000 ister yarışmasının stüdyosuna benzeyen bir
ortam. Sinema gibi seansları var katıldım. Oturunca hemen yanda bir monitör var
onu alıp etkileşimli bir deneyim yaşıyorsunuz. Burada ekrandan komut veriliyor.
Komutlara uyunca resmimi çekti. Sonra ismimi yazdım. Mesela görüntülerde
grafikler vs vardı. İnsan olan yerlerde benim resmim yer aldı. Monitörün her
iki tarafında kamera var. Bazen üç boyutlu olarak yaratıklar sahnede belirdi.
Monitör yardımı ile bu görüntüleri izleyebildim. Çok güzel düşünülmüş ve
tasarlanmış bir ortam. Anlatılan şey ise insanın maymundan türediği idi. Keşke
bizde doğru bildiğimiz ve genç nesillere aktarmak istediğimiz şeyler için bu
kadar güzel ortamlar tasarlasak.
Yazdıklarımdan
anlaşılacağı üzere National History museum baya bir vaktimi aldı. Instutude ve
Science Museum’u sonraki güne bırakıp metro ile tower bridge’e doğru yol aldım.
Akşam karanlığında burayı görmek nasip oldu. Böylesi daha iyiymiş. Gerçekten
güzel bir görünümü ve ışıklandırmaya sahip. Geç vakitte bile bir sürü ziyaretçi
dolaşıyor. İki gidiş iki geliş olmak üzere araç trafiğine açık. Ayrıca her iki
yanda 3 metre kadar genişliğinde yaya yolu var. Yürüyerek karşı yakaya geçtim.
Biraz resim çektikten sonra geri geldim.
Bu
gün az yer gördüm. Ama bu yerlere fazla vakit harcamak gerekti. Üç mekanda çok
güzel ve görmeden gelinmemeli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder